-
Dostoyevski’nin Gözünden Zamanı Aşan Toplumsal Yozlaşma ve Yitirilen İnsanlık İdeali
Fyodor Dostoyevski, "Budala" adlı unutulmaz eserinde, toplumsal yapıdaki sarsıntıları ve insan ruhunun karanlığını sert bir şekilde satırlara döker. Onun kaleminden dökülen şu satırlar, çağının ötesine geçen bir haykırıştır.
“Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin ve hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir.
Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az.
Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor: “Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?” Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar. İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı. Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor.
Herkes kendini düşünüyor. Kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor.” (Dostoyevski - Budala)
Dostoyevski, bu sözlerle yalnızca kendi dönemini ve dönemimin insanlarını değil, adeta zamanı bükerek her dönem geçerliliğini koruyan bir yozlaşma tablosuna ayna tutuyor.
Bireylerin sıradanlığa gömüldüğü, idealsizliğin ve anlık hazların yüceltildiği bir zamanda, geleceğe yönelik umut kırıntıları dahi alay konusu olabilmektedir. Duygusuzluk, cehalet ve bencillik, Dostoyevski'nin gözlemlediği toplumsal yozlaşmanın temelini oluşturuyor.
Bu çarpıcı eleştiri, belirli bir coğrafya veya zaman dilimiyle sınırlı değildir. İnsanlık tarihi, bireysel çıkarların toplumsal değerlerin önüne geçtiği, empati ve sorumluluk duygusunun aşındığı dönemlere sıklıkla tanıklık etmiştir. Dostoyevski’nin betimlediği "handa yaşayan yolcu" misali, kendi dar dünyalarına hapsolmuş yığınlar bugün de var.
İnsanlar, kişisel çıkarlarını ön planda tutarak ortak değerleri göz ardı ettikçe, insanlar arasındaki bağlar giderek zayıflıyor. Geleceği düşünen, insanlığın iyiliği için çaba gösteren bireyler alay konusu haline gelirken, sadece kendini düşünen bencil ve günü kurtarmaya odaklanan bir yaşam tarzı hakim oluyor.
Toplumsal sorumluluk bilincinin kaybolması, bireyleri yalnızlaştırırken aynı zamanda ortak hedeflerin de yok olmasına neden oluyor. İnsanları bir arada tutan ülkü ve değerler silinip giderken, bireyler yalnızca kendi dünyalarına çekiliyor.
Dostoyevski’nin eleştirisi tam da bu noktada önem kazanıyor; çünkü insanlık tarihine baktığımızda, toplumsal çöküş dönemlerinin en büyük sebebi bireysel bencillik ve kayıtsızlıktır. Dostoyevski’nin gözlemleri bize yalnızca kendi çağını değil, yer ve zamandan bağımsız olarak insan doğasının kendisini işaret ediyor.
Toplumlar, ortak hedefler etrafında birleştiğinde ve bireyler çıkarlarının ötesine geçebildiğinde ilerleme sağlayabilir.
Günümüze gelince; bugün, bu eleştirinin günümüz için de hala geçerli olup olmadığını düşünmek ve kendi payımıza düşen sorumluluğu almak, belki de geleceğe dair umut ışığını yakalamak için bir başlangıç olabilir.
Peki, Dostoyevski'nin bu keskin gözlemleri, günümüz dünyasının ve özellikle toplumumuzun karmaşık gerçekleriyle ne ölçüde örtüşüyor? Onun çizdiği insan profili ve toplum manzarası, yaşadığımız çağın dinamiklerini anlamlandırmada bize hangi ipuçlarını sunuyor?
Toplumumuzda herkes sadece kendisini mi düşünüyor?
Kendileri kapabileceği kadar kapıp geride kalanlar isterse yokluktan, yoksunluktan, imkansızlıktan ve nihayet “açlıktan” ölüp giderse gitsin diyorlar mı?
Üstelik idealist, dürüst, gönüllü, iyi ve iyilik insanları “enayi ve çağdışı” olarak yaftalıyorlar mı?
Bu devir de duygusuzluğun, bilgisizliğin, yeteneksizliğin, kifayetsizliğin, cehaletin, bencilliğin ve bedel ödemeden hazıra konmak isteyen bir kuşağın devri midir?
Son olarak bu devir de, sıradan ve hatta kifayetsiz muhteris insanın en parlak devri midir?
Yayın Tarihi: 11.06.2025
Yazar: Mehmet ERGİN